26 Haziran 2009 Cuma

YILLARIN ESKİTEMEDİĞİ TAHMİS KAHVESİNDE MOLA - MENENGİÇ KAHVESİ YADA ÇAYI


Rehberimiz bizi buranın en eski kahvesi olan Tahmis Kahvesine Menengiç kahvesi içmeye götürdü. Kahvede hep bölgenin insanları vardı (hepsi erkekti) sohbet ediyorlar, tavla ya da okey oynuyorlar... Biz çatı katına çıktık. Orası daha tenhaydı. Tarih kokuyordu gerçekten. Kahvelerimizi istedik. Gerçi tadını hiç bilmiyorduk, biraz tereddütlüydük ama buralara gelme amacımız şehirleri tanımak, yöresel yemeklerini tatmak değilmiydi? Şansa kadere dedik. Kahveler geldi çok ağır kokuyordu. Şeker de koysam banamısın demiyordu. Buradaki insanlar alışmış tabi ama bana dediğim gibi ağır geldi. Yarısına kadar içebildim. Menengiç fıstığın işlenmemiş haliymiş. Çokta faydalıymış gerçekten...

Menengiç Ağacı Türkiye'nin Güneydoğu Anadolu, İç Anadolu ve Akdeniz Bölgesinin dağlık kırsal kesimlerinde ekimi yapılmadan Ekolojik olarak yetişir.Ülkemizin doğal bitki örtüsünün bir parçasıdır. Latincede pistacia terebinthus diye anılan Menengiç ,Yörelere göre Çitlenbik,Çıtlık,Çitemik,Çedene,Bıttım, gibi Farklı isimler almıştır, Menengiç Kahvesi bu ağacın meyvesinden üretilmektedir. Menengiç Kahvesinin içinde kimyasal madde yoktur % 100 doğaldır.

FAYDALARI
Öksürüğü keser,balgam söktürür.,nefes açıcıdır,nefes darlığına iyi gelir, antiseptik özelliği vardır, göğsü yumuşatır,solunum yollarına faydası vardır.Ayak terlemelerini önler ,yaraları tedavi eder,böbrek kumlarının dökülmesine yardımcı olur, ses tellerine iyi gelir,mide ağrılarını dindirir.

HAZIRLANIŞI
Menengiç Kahvesi Türk Kahvesi tarzında ağır ateşte pişirildiği gibi,Hazır kahve tarzında da kullanılabilir. Türk Kahvesi usulü pişirmek için cezveye her fincan için iki çay kaşığı kahve,isteye göre şeker ilave edilip kısık ateşte bir iki taşım kaynatılır.Biraz bekledikten sonra servis yapılır. Hazır ( İnstant ) Kahve usulü hazırlamak için her fincan için bir çay kaşığı kahve iki çay kaşığı kahve kreması, isteğe göre şeker ilave ederek üzerine kaynar su konup karıştırılır.Bu hazırlanış şekli pişirmeye göre daha kolay ve pratiktir.

Keyifli sohbetlerin yapıldığı, memleket sorunlarının tartışıldığı, çaylar yudumlanırken tavla, okey ve kağıt oyunlarının oynandığı Tahmis Kahvesi, eski semt kahveleri gibi; giderek yaygınlaşan kafe kültürüne direnircesine dimdik ayakta kalma mücadelesi veriyor.

Kor olmuş, köz ateşte yapılan çayın yanı sıra, özel olarak yapılan menengiç kahvesi ile bir tutku haline gelen Tahmis Kahvesi, Türkiye’nin en güzel semt kahvehanelerinin tespiti için yapılan bir araştırma sonucunda; turist rehberleri, gezginler, gazeteciler, yazarlardan oluşan büyük jüri tarafından Türkiye’nin en gözde 10 kahvehanesi arasında yer aldı.

Gaziantep, Kozluca Mahallesi, eski buğday arasasının kuzeyinde yer alan Tahmis Kahvesi, Mevlevihane’ye gelir amaçlı yaptırılan dükkanlardan yalnızca bir tanesi. Gaziantep Şer’i Mahkeme Sicil kayıtları, 1635 tarihli vakfiyesi ve Mevlevihane’nin semahane kapısı üzerindeki 1638 tarihli Farsça kitabesinden “Ayıntab Sancak Beyi Türkmen Mustafa Ağa Bin Yusuf” tarafından yaptırıldığı anlaşılıyor.

Tahmis’in kelime olarak kökeni Arapça. Osmanlıca’ya da buradan girmiş. Kelime anlamı, “kavrulmuş ve öğütülmüş kahve satan yer” demek. Tahmis’in sonu “sin” ile biterse, ateşte kızdırıp kavurma – kahve kavrulan yer – kahve satılan ye anlamına gelir. Eğer sonu “sat” ile biterse, “dövülmüş kahve satan yer” anlamında kullanılır.

Tahmis isminin Kurtuluş Savaşı öncesi, Antep’i işgal eden İngilizler tarafından verildiği konusunda bir söylenti var. İngilizler işgal günlerinde burada konaklamış ve İngiltere’deki “Theimes Nehri” ile bağlantı kurarak buraya kısaca “Tayms” demişler. Ancak, kahvehane müdavimlerinin anlatımlarına göre, kahvehanenin ismi ile İngilizler’in hiçbir bağlantısı yok. Burası işgalden önceki yıllarda da “Tahmis Kahvesi” olarak anılmaktaydı…


Kahvehane, kuruluşundan bugünü dek çok değişik insan topluluklarına ev sahipliği yapmış. Dönemin siyasi, ekonomik, eleştirel sohbetleri burada yapılmış, şairler tarafından “tahmis”ler yazılır, yaşanmış halk hikayelerinin en güzel örnekleri yine burada dinleyicileriyle buluşmuş. Belki de burayı diğerlerine göre ayrıcalıklı tutan, en büyük özelliği fiziksel dokusundan çok, tarihe yaptığı tanıklığı, edebiyatın, musikinin, karagöz gösteri sanatının en güzel örneklerinin sunulduğu mekan olmasıdır.


Tahmis Kahvesi uzun yıllar “Lokuslu Kahvehane”, “Tömbekici Kahvehanesi” olarak da anıldı. Cumhuriyet’in ilan edildiği yıllarda, Halkevi’nden sonra bilinen en büyük salon olması nedeniyle, toplantı salonu olarak da uzun yıllar bir çok olaya tanıklık etti. Yine, bazı kahvehane müdavimleri tarafından uzun yıllar dericilerin mezat salonu olarak da kullanıldığı anlatılanlar arasında. Ancak, kahvehanenin mezat salonu olduğuna dair hiçbir kaynakta doğrulayıcı bilgiye ulaşamadım. Hatta, mezat için getirilecek olan derinin yayacağı koku da düşünülürse, Tabakhane semtinde o yıllardaki “Alaha Kahvesi” ile burasının karıştırıldığını düşünüyorum. Kahvehanenin etrafındaki “zahireci” dükkanlarının bu bölgede yoğunlaşması ve köylünün ürününü buralarda satışa sunduğu da dikkate alınırsa, Tahmis Kahvesinin çok uzun yıllar bugünkü buğday borsasının görevini o yıllarda üstlendiğini söylemek pek de yanlış olmaz diye düşünüyorum.

Örneğin, H. 1277 yılında Antep, Halep valiliğine bağlı bir kaymakamlık iken, Battal Bey’in de bu kahvehaneye geldiği, tömbeki içtiği söylenir. Battal Bey için anlatılan bir de rivayet vardır. Arasa meydanından buğdayı çekip fiyatı yükseltmeye çalışan bir gurup esnafa karşı Battal Bey’in tutumu aradan geçen bunca zamanda dahi halen anlatılır. Battal bey elinde sopasıyla Tahmis Kahvesi’nin çapraz köşesinde bulunan dut ağacına vurarak, sözde dut ağacıyla konuşur. “Sabah gün ağarana kadar bu meydan senin boyunda buğday ile dolmaz ise, bu esnafın kafasıyla bu meydanı doldururum” diyerek, esnafa üstü kapalı bir gönderme yapar. Battal beyin sözleri etkili olur ve gerçekten sabah namazından önce arasa meydanında buğday kömmeleri öbek öbek dizilir. Tahmis Kahvesi’nin içinde bulunduğu meydan o yıllarda Antep’in nabzının attığı, kentin ekonomisinin yön bulduğu alandır.

Kahvehanenin 1640 – 1903 arası dönemde hangi amaçla kullanıldığına ilişkin sağlıklı bir bilgiye ulaşamadım. Ancak, 1903 yılındaki büyük arasa yangınından sonra burası, bir kahvehane olarak günümüze dek gelmiş. Bir asırlık yaşam hikayesinde bazı değişikliklere uğrasa da Tahmis, özünü korumayı başarmış. kaynak :
http://www.gaziantep.net/

GAZİANTEP KALESİ


Gaziantep kalesine doğru yola koyulduk. Kale çok güzeldi. Bazı yerlerini gezemedik çünkü kapalıydı. Gaziantep’i kurtarmak için büyük bir mücadele gösterilmiş. Görünce etkilenmemek mümkün değil. Kaleye ilk girişte bizi komutanlar ve askerler karşılıyordu. (heykellerle)




Gaziantep Kalesi, Türkiye’de ayakta kalabilen kalelerin en güzel örneklerinden birisi olup, gerek ihtişamı ve heybetiyle, gerekse bir sır gibi gizlediği tarihiyle şehir merkezinde, Alleben Deresi’nin güney kenarında, yaklaşık 25-30 m. yükseklikte hemen herkesin dikkatini çeken bir tepe üzerindedir.

Gaziantep Kalesinin ne zaman ve kimler tarafından yapıldığı hususunda kesin bir bilgi bulunmamakla birlikte tarihi günümüzden 6000 yıl geçmişe, kalkolitik döneme kadar giden bir höyük üzerinde kurulduğu, M.S II-III yüzyıllarda ise kale ve çevresinde “Theban”isimli küçük bir kentin olduğu bilinmektedir. M.S. II-IV. yüzyıllarda Kalenin, ilk olarak Roma döneminde bir gözetleme kulesi olarak yapıldığı ve zaman içerisinde genişletildiği yapılan arkeolojik kazılar neticesinde anlaşılmıştır. Bugünkü biçimini ise “Kaleler Mimarı” olarak adlandırılan Bizans İmparatoru Justinyanus döneminde M.S. VI. (M.S 527-565) yüzyılda almıştır. Yine bu dönemde kale önemli bir onarım geçirmiş olup, onarım sırasında tesviyenin sağlanması için, güney bölüm kemerli ve tonozlu galerilerden oluşan substrüksiyon (temel) yapılarıyla donatılmış, bu galerilerle birbirine bağlanan kuleler inşaa edilmiş ve sur bedenleri batı, güney ve doğuya, tepenin sınırına kadar genişlemiştir. Kale bu haliyle çapı yaklaşık 100 m., çevresi 1200 m. olan gayrı muntazam dairesel bir şekle sahiptir. Kale bedenleri üzerinde 12 adet kule mevcuttur. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Kale’nin 36 burcundan bahsetmektedir. Günümüzde ise bunların yalnızca 12 tanesini görebilmekteyiz. Geri kalan 24 burcun ise kalenin dış surları üzerinde bulunduğu ve günümüz kadar gelemediği sanılmaktadır. Kale çevresinde, eni 30 m., derinliği ise 10 m. olan bir hendek bulunmakta ve kaleye geçiş ise köprü ile sağlanmaktaydı. Kale köprüsünü geçip, asıl kale kapısına ulaşmadan, sol tarafta ise halk tarafından İmam-ı Gazali Hazretlerinin Makamı olarak adlandırılan bir burç bulunmaktadır. Bizans dönemini takip eden yıllarda özellikle Memluklular, Dulkadiroğulları ve Osmanlılar ihtiyaca göre kaleyi zaman zaman onarmışlar ve buna dair de onarım kitabeleri koymuşlardır.Kale ikinci defa, 1481 yılında Mısır Sultanı Kayıtbay tarafından elden geçirilmiştir. Ana kapı üzerinde yer alan kitabeden, ana kapı ve kale köprüsünün iki yanındaki kulelerin, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1557 yılında yeniden yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Asıl kale kapısından girince, kalenin iç kesimlerine ve üstüne doğru açılan iki yol vardır. Sola açılan yoldan, kalenin üst kısmına ulaşılır. İç kesimlerine doğru devam eden yoldan ise; galeri, dehliz ve kale odalarına ulaşılır. Kalede ana kütle altında ise bir su kaynağı bulunmaktadır.1989 yılından bu yana Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Gaziantep İl Özel İdare Müdürlüğü tarafından tahsis edilen ödenekler ile aralıklı yapılan kazı ve restorasyon çalışmaları ile kalenin çevresi belirlenmiş, koruma duvarı yapılmış, çıkış yolu islah edilerek, taş döşenmiş, yaklaşık 190 m. uzunluktaki galeri temizlenmiş, sur bedenleri onarılarak yükseltilmiş, ana kapılar aslına uygun olarak yapılmış ve diğer kapı girişleri, demir parmaklıklarla kapatılarak, tehlikeli durumdan kurtarılmıştır. Bu çalışmaların teknik aşamaları ise Gaziantep Arkeoloji Müzesi tarafından yürütülmüştür.Halen Gaziantep Arkeoloji Müzesi tarafından yürütülen arkeolojik kazılar sonucunda, Osmanlı dönemine ait bir hamam ile 2000 yılında yapılan kazılarda ise, bir camii ortaya çıkartılmıştır. Hamamın banyo, buhar odası ve buhar odası ve bacaları ortaya çıkarılmıştır. Buhar odasının köşesinde bulunan kanallar vasıtasıyla içeride buhar fazlalaşınca dışarıya verildiği sanılmaktadır. Hamam; mimari olarak pek gösterişli olmamakla birlikte teknik bakımdan üstün özellikler taşımaktadır. Cami ise Osmanlı mimarisi tarzında olup, dikdörtgen planlıdır. Caminin güney cephesinde yarım daire şeklinde mihrap,mihrabın sağında ve solunda ikişer adet kitap koyma bölümleri ve mihrabın sol tarafında güneyden dışarıya açılan bir kapı girişi ortaya çıkartılmıştır. Ayrıca mihrabın sağ tarafından kızaklı bir minberin de yeri bulunmuştur.Ayrıca 2002 yılından günümüze kadar devam eden kazı çalışmalarında ise Kale Hamamı’nın kuzeyinde, Kale Camisinin doğusunda ve güneyinde 5x5 metrelik açmalarla kazı çalışmaları sürdürülmektedir. Bu kazılarda çeşitli mimari yapı kalıntıları, çok sayıda Erken İslam, Bizans ve Osmanlı dönemine ait keramik parçaları, metal parçaları, mermi çekirdekleri, çoğunluğu Bizans dönemine ait çok bilezik parçaları ile pişmiş toprak kandiller, Bizans ve Osmanlı dönemine ait sikkeler, çok sayıda demir gülle, çakmaklı tüfek parçaları ve pişmiş topraktan yapılmış bazıları mühürlü pipo(lüle) parçaları ile bazı hayvan kemikleri ele geçmiştir. Kalenin etrafında ise hendek yeri tespit edilmiş olup, önümüzdeki günlerde ise Hendek kazılarına başlanılacaktır. Tüm bu yapılan ve yapılacak olan çalışmalarla Gaziantep Turizmine kazandırılan ve Gaziantep Turizmine bir güneş gibi doğan Gaziantep Kalesi bütün ihtişamıyla ziyaretçileri beklemekte ve şehir merkezinde Gaziantep Turizminin önemli cazibe merkezlerinden birisi haline gelmiştir. kaynak : Gaziantep Kalesi, Türkiye’de ayakta kalabilen kalelerin en güzel örneklerinden birisi olup, gerek ihtişamı ve heybetiyle, gerekse bir sır gibi gizlediği tarihiyle şehir merkezinde, Alleben Deresi’nin güney kenarında, yaklaşık 25-30 m. yükseklikte hemen herkesin dikkatini çeken bir tepe üzerindedir. Gaziantep Kalesinin ne zaman ve kimler tarafından yapıldığı hususunda kesin bir bilgi bulunmamakla birlikte tarihi günümüzden 6000 yıl geçmişe, kalkolitik döneme kadar giden bir höyük üzerinde kurulduğu, M.S II-III yüzyıllarda ise kale ve çevresinde “Theban”isimli küçük bir kentin olduğu bilinmektedir. M.S. II-IV. yüzyıllarda Kalenin, ilk olarak Roma döneminde bir gözetleme kulesi olarak yapıldığı ve zaman içerisinde genişletildiği yapılan arkeolojik kazılar neticesinde anlaşılmıştır. Bugünkü biçimini ise “Kaleler Mimarı” olarak adlandırılan Bizans İmparatoru Justinyanus döneminde M.S. VI. (M.S 527-565) yüzyılda almıştır. Yine bu dönemde kale önemli bir onarım geçirmiş olup, onarım sırasında tesviyenin sağlanması için, güney bölüm kemerli ve tonozlu galerilerden oluşan substrüksiyon (temel) yapılarıyla donatılmış, bu galerilerle birbirine bağlanan kuleler inşaa edilmiş ve sur bedenleri batı, güney ve doğuya, tepenin sınırına kadar genişlemiştir. Kale bu haliyle çapı yaklaşık 100 m., çevresi 1200 m. olan gayrı muntazam dairesel bir şekle sahiptir. Kale bedenleri üzerinde 12 adet kule mevcuttur. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Kale’nin 36 burcundan bahsetmektedir. Günümüzde ise bunların yalnızca 12 tanesini görebilmekteyiz. Geri kalan 24 burcun ise kalenin dış surları üzerinde bulunduğu ve günümüz kadar gelemediği sanılmaktadır. Kale çevresinde, eni 30 m., derinliği ise 10 m. olan bir hendek bulunmakta ve kaleye geçiş ise köprü ile sağlanmaktaydı. Kale köprüsünü geçip, asıl kale kapısına ulaşmadan, sol tarafta ise halk tarafından İmam-ı Gazali Hazretlerinin Makamı olarak adlandırılan bir burç bulunmaktadır. Bizans dönemini takip eden yıllarda özellikle Memluklular, Dulkadiroğulları ve Osmanlılar ihtiyaca göre kaleyi zaman zaman onarmışlar ve buna dair de onarım kitabeleri koymuşlardır.Kale ikinci defa, 1481 yılında Mısır Sultanı Kayıtbay tarafından elden geçirilmiştir. Ana kapı üzerinde yer alan kitabeden, ana kapı ve kale köprüsünün iki yanındaki kulelerin, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1557 yılında yeniden yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Asıl kale kapısından girince, kalenin iç kesimlerine ve üstüne doğru açılan iki yol vardır. Sola açılan yoldan, kalenin üst kısmına ulaşılır. İç kesimlerine doğru devam eden yoldan ise; galeri, dehliz ve kale odalarına ulaşılır. Kalede ana kütle altında ise bir su kaynağı bulunmaktadır.1989 yılından bu yana Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Gaziantep İl Özel İdare Müdürlüğü tarafından tahsis edilen ödenekler ile aralıklı yapılan kazı ve restorasyon çalışmaları ile kalenin çevresi belirlenmiş, koruma duvarı yapılmış, çıkış yolu islah edilerek, taş döşenmiş, yaklaşık 190 m. uzunluktaki galeri temizlenmiş, sur bedenleri onarılarak yükseltilmiş, ana kapılar aslına uygun olarak yapılmış ve diğer kapı girişleri, demir parmaklıklarla kapatılarak, tehlikeli durumdan kurtarılmıştır. Bu çalışmaların teknik aşamaları ise Gaziantep Arkeoloji Müzesi tarafından yürütülmüştür.Halen Gaziantep Arkeoloji Müzesi tarafından yürütülen arkeolojik kazılar sonucunda, Osmanlı dönemine ait bir hamam ile 2000 yılında yapılan kazılarda ise, bir camii ortaya çıkartılmıştır. Hamamın banyo, buhar odası ve buhar odası ve bacaları ortaya çıkarılmıştır. Buhar odasının köşesinde bulunan kanallar vasıtasıyla içeride buhar fazlalaşınca dışarıya verildiği sanılmaktadır. Hamam; mimari olarak pek gösterişli olmamakla birlikte teknik bakımdan üstün özellikler taşımaktadır. Cami ise Osmanlı mimarisi tarzında olup, dikdörtgen planlıdır. Caminin güney cephesinde yarım daire şeklinde mihrap,mihrabın sağında ve solunda ikişer adet kitap koyma bölümleri ve mihrabın sol tarafında güneyden dışarıya açılan bir kapı girişi ortaya çıkartılmıştır. Ayrıca mihrabın sağ tarafından kızaklı bir minberin de yeri bulunmuştur.Ayrıca 2002 yılından günümüze kadar devam eden kazı çalışmalarında ise Kale Hamamı’nın kuzeyinde, Kale Camisinin doğusunda ve güneyinde 5x5 metrelik açmalarla kazı çalışmaları sürdürülmektedir. Bu kazılarda çeşitli mimari yapı kalıntıları, çok sayıda Erken İslam, Bizans ve Osmanlı dönemine ait keramik parçaları, metal parçaları, mermi çekirdekleri, çoğunluğu Bizans dönemine ait çok bilezik parçaları ile pişmiş toprak kandiller, Bizans ve Osmanlı dönemine ait sikkeler, çok sayıda demir gülle, çakmaklı tüfek parçaları ve pişmiş topraktan yapılmış bazıları mühürlü pipo(lüle) parçaları ile bazı hayvan kemikleri ele geçmiştir. Kalenin etrafında ise hendek yeri tespit edilmiş olup, önümüzdeki günlerde ise Hendek kazılarına başlanılacaktır. Tüm bu yapılan ve yapılacak olan çalışmalarla Gaziantep Turizmine kazandırılan ve Gaziantep Turizmine bir güneş gibi doğan Gaziantep Kalesi bütün ihtişamıyla ziyaretçileri beklemekte ve şehir merkezinde Gaziantep Turizminin önemli cazibe merkezlerinden birisi haline gelmiştir.Gaziantep Kalesi, Türkiye’de ayakta kalabilen kalelerin en güzel örneklerinden birisi olup, gerek ihtişamı ve heybetiyle, gerekse bir sır gibi gizlediği tarihiyle şehir merkezinde, Alleben Deresi’nin güney kenarında, yaklaşık 25-30 m. yükseklikte hemen herkesin dikkatini çeken bir tepe üzerindedir. Gaziantep Kalesinin ne zaman ve kimler tarafından yapıldığı hususunda kesin bir bilgi bulunmamakla birlikte tarihi günümüzden 6000 yıl geçmişe, kalkolitik döneme kadar giden bir höyük üzerinde kurulduğu, M.S II-III yüzyıllarda ise kale ve çevresinde “Theban”isimli küçük bir kentin olduğu bilinmektedir. M.S. II-IV. yüzyıllarda Kalenin, ilk olarak Roma döneminde bir gözetleme kulesi olarak yapıldığı ve zaman içerisinde genişletildiği yapılan arkeolojik kazılar neticesinde anlaşılmıştır. Bugünkü biçimini ise “Kaleler Mimarı” olarak adlandırılan Bizans İmparatoru Justinyanus döneminde M.S. VI. (M.S 527-565) yüzyılda almıştır. Yine bu dönemde kale önemli bir onarım geçirmiş olup, onarım sırasında tesviyenin sağlanması için, güney bölüm kemerli ve tonozlu galerilerden oluşan substrüksiyon (temel) yapılarıyla donatılmış, bu galerilerle birbirine bağlanan kuleler inşaa edilmiş ve sur bedenleri batı, güney ve doğuya, tepenin sınırına kadar genişlemiştir. Kale bu haliyle çapı yaklaşık 100 m., çevresi 1200 m. olan gayrı muntazam dairesel bir şekle sahiptir. Kale bedenleri üzerinde 12 adet kule mevcuttur. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Kale’nin 36 burcundan bahsetmektedir. Günümüzde ise bunların yalnızca 12 tanesini görebilmekteyiz. Geri kalan 24 burcun ise kalenin dış surları üzerinde bulunduğu ve günümüz kadar gelemediği sanılmaktadır. Kale çevresinde, eni 30 m., derinliği ise 10 m. olan bir hendek bulunmakta ve kaleye geçiş ise köprü ile sağlanmaktaydı. Kale köprüsünü geçip, asıl kale kapısına ulaşmadan, sol tarafta ise halk tarafından İmam-ı Gazali Hazretlerinin Makamı olarak adlandırılan bir burç bulunmaktadır. Bizans dönemini takip eden yıllarda özellikle Memluklular, Dulkadiroğulları ve Osmanlılar ihtiyaca göre kaleyi zaman zaman onarmışlar ve buna dair de onarım kitabeleri koymuşlardır.Kale ikinci defa, 1481 yılında Mısır Sultanı Kayıtbay tarafından elden geçirilmiştir. Ana kapı üzerinde yer alan kitabeden, ana kapı ve kale köprüsünün iki yanındaki kulelerin, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1557 yılında yeniden yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Asıl kale kapısından girince, kalenin iç kesimlerine ve üstüne doğru açılan iki yol vardır. Sola açılan yoldan, kalenin üst kısmına ulaşılır. İç kesimlerine doğru devam eden yoldan ise; galeri, dehliz ve kale odalarına ulaşılır. Kalede ana kütle altında ise bir su kaynağı bulunmaktadır.1989 yılından bu yana Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Gaziantep İl Özel İdare Müdürlüğü tarafından tahsis edilen ödenekler ile aralıklı yapılan kazı ve restorasyon çalışmaları ile kalenin çevresi belirlenmiş, koruma duvarı yapılmış, çıkış yolu islah edilerek, taş döşenmiş, yaklaşık 190 m. uzunluktaki galeri temizlenmiş, sur bedenleri onarılarak yükseltilmiş, ana kapılar aslına uygun olarak yapılmış ve diğer kapı girişleri, demir parmaklıklarla kapatılarak, tehlikeli durumdan kurtarılmıştır. Bu çalışmaların teknik aşamaları ise Gaziantep Arkeoloji Müzesi tarafından yürütülmüştür.Halen Gaziantep Arkeoloji Müzesi tarafından yürütülen arkeolojik kazılar sonucunda, Osmanlı dönemine ait bir hamam ile 2000 yılında yapılan kazılarda ise, bir camii ortaya çıkartılmıştır. Hamamın banyo, buhar odası ve buhar odası ve bacaları ortaya çıkarılmıştır. Buhar odasının köşesinde bulunan kanallar vasıtasıyla içeride buhar fazlalaşınca dışarıya verildiği sanılmaktadır. Hamam; mimari olarak pek gösterişli olmamakla birlikte teknik bakımdan üstün özellikler taşımaktadır. Cami ise Osmanlı mimarisi tarzında olup, dikdörtgen planlıdır. Caminin güney cephesinde yarım daire şeklinde mihrap,mihrabın sağında ve solunda ikişer adet kitap koyma bölümleri ve mihrabın sol tarafında güneyden dışarıya açılan bir kapı girişi ortaya çıkartılmıştır. Ayrıca mihrabın sağ tarafından kızaklı bir minberin de yeri bulunmuştur.Ayrıca 2002 yılından günümüze kadar devam eden kazı çalışmalarında ise Kale Hamamı’nın kuzeyinde, Kale Camisinin doğusunda ve güneyinde 5x5 metrelik açmalarla kazı çalışmaları sürdürülmektedir. Bu kazılarda çeşitli mimari yapı kalıntıları, çok sayıda Erken İslam, Bizans ve Osmanlı dönemine ait keramik parçaları, metal parçaları, mermi çekirdekleri, çoğunluğu Bizans dönemine ait çok bilezik parçaları ile pişmiş toprak kandiller, Bizans ve Osmanlı dönemine ait sikkeler, çok sayıda demir gülle, çakmaklı tüfek parçaları ve pişmiş topraktan yapılmış bazıları mühürlü pipo(lüle) parçaları ile bazı hayvan kemikleri ele geçmiştir. Kalenin etrafında ise hendek yeri tespit edilmiş olup, önümüzdeki günlerde ise Hendek kazılarına başlanılacaktır. Tüm bu yapılan ve yapılacak olan çalışmalarla Gaziantep Turizmine kazandırılan ve Gaziantep Turizmine bir güneş gibi doğan Gaziantep Kalesi bütün ihtişamıyla ziyaretçileri beklemekte ve şehir merkezinde Gaziantep Turizminin önemli cazibe merkezlerinden birisi haline gelmiştir. kaynak: http://www.gaziantepkulturturizm.gov.tr/

GAZİANTEP - ZEUGMA MÜZESİ

En çok merak ettiğim yerlerden biride Zeugma Antik kentinden çıkan kalıntıların, mozaiklerin gösterildiği Zeugma Müzesiydi. Burada da Antakya’da olduğu gibi çok güzel mozaikler vardı. Zeugmadan çıkarılan mozaikler Antakya’ya göre daha yeni, temiz ve anlaşılırdı. İçlerinde en çok merak ettiğim Çingene Kızı’nın olduğu mozaikti ve gerçekten de mükemmeldi. Çingene kızın mozaiğini ayrı bir oda da sunuyorlardı. Rehberimiz “Odanın hangi tarafından bakarsanız bakın direkt size baktığını anlarsınız” dedi. Gerçektende öyleydi. Ayrıca o dönemlerde kullanılan alet, edavat, takılar, yemek ve sağlık malzemeleri aklınıza gelen her şey vardı.









Gaziantep İli, tarihi coğrafya bakımından Kuzey Suriye - Anadolu ve doğu-batı arasında kültürel, askerî ve ticarî yolların üzerinde ve kavşak noktasında yer almaktadır. Tarihte çok değişik kültürlere tanık olmuş Gaziantep İli'nde 250'den fazla höyük bulunmaktadır. Anadolu'nun en eski buluntularından biri Dülük Mağarası'nda bulunmuş olan taş aletlerdir. Bunların tarihi 600 bin yıl önceye Paleolitik Çağa uzanmaktadır. Yöre Hurri, Hitit, Pers, Yunan, Roma, Bizans ve İslâm uygarlığının izlerini taşımaktadır. Yörede 30'u aşkın arkeolojik kazı yapılmıştır. Gaziantep Müzesi eserlerinin çoğunu bu kazılar sayesinde elde etmiştir. Müzede 65 binin üzerinde eser bulunmaktadır.
Gaziantep Arkeoloji müzesinin bitişiğinde yer alan Zeugma Mozaik Müzesi 23 Haziran 2005 tarihinde açıldı. Müzemiz, ülkemizin en büyük Mozaik müzesi, özgün teşhiriyle ise dünyanın ünik müzesi haline gelmiştir. Eski ve yeni Müze binası bir galeriyle birbirine bağlanarak, Eski Müze, Gaziantep ve çevresindeki taşınabilir kültür varlıklarının kronolojik sırayla sergilendiği, “kronolojik müze” olarak düzenlenmiştir. Gaziantep Arkeoloji müzesi 3500m2'lik teşhir alanına sahip olup, yeni yapılan binada 16 adet teşhir salonu, teşhiri yeniden düzenlenen eski binada ise 5 adet teşhir salonu bulunmaktadır. Yeni binadaki teşhir salonlarında Zeugma kurtarma kazılarında bulunan 550m.2 mozaik, 120m.2 fresk ve heykeller teşhir edilirken, eski binada ise Gaziantep çevresinin kronolojisiyle ilgili 1752 adet eser teşhir edilmektedir.Zeugma Mozaiklerinin sergilendiği bölüm olup, 16 adet teşhir salonu bulunmaktadır. Alt katta, Zeugma 2000 yılı kurtarma kazılarında meydana çıkarılan Poseidon ve Euphrates villalarının sütunlu avlusu, yemek odası, iç avlusu, mozaikleriyle, freskleriyle ve orijinal mimarisiyle birlikte sergilenmektedir. Bu salonda savaş tanrısı Mars'ın(Ares) heykeli de yer almaktadır. Duvarlara da Zeugma kurtarma kazılarında bulunan mozaikler monte edilmiştir. Her mozaiğin yanında, resimli bilgi panoları yer almaktadır. İkinci katta, mozaikler ve mezar heykelleri teşhir edilmektedir. Bu katın balkonundan, yeniden kurulan Poseidon villasının avlusundaki Poseidon mozaiği ve oturma odasındaki Perseus mozaiği üstten seyredilmektedir. Ayrıca, bu salondaki oturma sıralarından, Zeugma ve Gaziantep çevresiyle ilgili kısa tanıtım CD leri projeksiyonla izlenebilmektedir.Pembe giysili Theonoe'nin resmi, ziyaretçilere hoş geldiniz dercesine Müze girişinin karşısındaki mozaikte durur. Bu mozaikte, Kointus Kalpornius. adlı mozaik sanatçısının adı da yer alır. Önünde, aşk ve ruhun yan yana resmedildiği Eros ve Pshyke mozaiği serilidir. Eros aşkı, Psykhe ise ruhu simgelemektedir. Sağda bu mozaiklerin bulunduğu, villalarının maketi yer alır. Bu maketten, Zeugma evinin avlusu, sığ havuzları, çeşmeleri ve mozaikleri görülebilmektedir.Ön salondan sağa doğru gezi yolu izlenildiğinde, solda duvara monte edilen “Dionysos'un Düğünü”' nün resmedildiği mozaik görülür. 1998 yılında Zeugma'da, teşhir edildiği salondan çalınan bu mozaikte, on iki adet figürden, günümüze sadece üç figür kalmıştır. Bu salondan ulaşılan Okeanos salonunda, nehir tanrılarının anne ve babası Okeanos ve Tethis'in resimlerinin olduğu mozaik ve geometrik desenli mozaikler yer alır.Bu salondan, müzenin en büyük mekanı olan, Mars salonuna ulaşılır. Güneyinde, Poseidon evinin peristyli, sütunları, sığ havuzu ve mozaiğiyle birlikte yeniden kurulmuştur. Sığ havuzda, denizlerin tanrısı Poseidon, deniz canlılarının arasında resmedilmiştir. Salonun merkezinde savaş tanrısı Mars'ın bronz heykeli, bir elinde mızrak, diğer elinde çiçek tutarak, kızgın bakışlarla ayakta durur. Göz bebeği gümüş ve altından yapılmıştır. Yüzünde öfke ve kızgınlık hakimdir. Savaş ve bereketi simgelemesiyle Dünya'da bilinen tek Mars heykelidir.Bu salonun tam karşısında “Kadınlar Odası” bulunmaktadır. Odanın tabanında, Samsatlı Zosimos imzalı, “Aphrodite'nin Taçlandırılması” mozaiği serilidir. Bu odanın tam karşısında, Zeugma yontusunun kadın ve erkek büstleri ve heykelleri sergilenmektedir. Hemen bu büstlerin yanında ise Zeugma-Tykhe Tapınağı biçiminde hazırlanan teşhir vitrininde Zeugma’da Arşiv odasında ele geçen ve dünya rekorları kıran, 100.000. (yüz bin)’in üstündeki mühür baskılarının (Bullalar) seçilen bir kısmı sergilenmektedir. Bu vitrinde mühürlenmiş küp, testi, sandık, ve papirus belge de teşhir edilmektedir. Zeugma kentinin haberleşme ve ticaretteki önemini kanıtlayan Mühür baskıları mektuplarda, noter belgelerinde, para torbalarının ve gümrük balyalarının v.b. mühürlenmesinde kullanılmaktaydı. Buradan, sola dönüp, peristylin yüksek sütunlarının yanından geçerek, Euphrates salonuna ulaşılır. Solda genç nehir tanrıları arasında Fırat'ın nehir tanrısı Euphrates'in resmedildiği mozaik yer alır. Yanında, Zosimos ustanın bilinen ikinci eseri olan, “Kahvaltıdaki Kadınlar” adlı tiyatro oyununun bir sahnesinin resmedildiği mozaik mevcuttur.İkinci katta, balkondan, Poseidon ve Perseus-Andromeda mozaiklerinin muhteşem görünümü seyredilerek, mozaiklerin büyüsüne dalınır.Kronolojik Müzede 5 adet teşhir salonu vardır. Bu müzede eserler, insana duyarlı aydınlatmalı vitrinlerde teşhir edilmektedir. Galerinin bitiminde sağa dönülerek, bakır, demir v.b. minarellerden ve deniz canlıları ile yaprak fosillerinden oluşan tabiat tarihinin iki vitrini seyredilir. Daha sonra ise, Mamut iskeleti ve devamında ise, İnsanoğlunun ilk izlerini yansıtan 600.000 yıl öncesine ait, özellikle Dülük'de bulunan paleolitik taş aletlerinin ve bunların kullanımına yönelik didaktik materyallerin yer aldığı vitrinlerle teşhir devam etmektedir. Bu salondan Tunç çağı salonuna geçilir. Buradan, Hitit ve Asur Taş eserlerinin bulunduğu ince uzun salona, buradan takıların olduğu ve Zeugma'nın sembolü olan ve ziyaretçileri baygın bakışlarıyla süzen Çingene kızının da bulunduğu, salona geçilir. Bu salondan, Akamenid-Pers, Hellenistik ve Kommagene ile özellikle Roma dönemine ait heykelcikler, cam eserler, kırmızı astarlı kaplar ve tıp aletlerin sergilendiği salona girilir. Bu salonda, Zeugma kazılarında bulunan kaplar, heykelcikler, sikkeler, mühür baskıları ve bereket tanrıçası Demeter'in heykeli de sergilenmektedir.Müze girişinin solunda kayaya oyulan, aile mezar odası, lahitiyle ve mezar önüne konulan, mezar sahiplerine ait heykellerle teşhir edilmektedir.Theonoe'nin sevgiyi ve yaşamı simgeleyen pembe giysisiyle başlayan müze teşhiri, kaçınılmaz sonun sergilendiği aile mezarıyla son bulmaktadır. kaynak :http://www.gaziantepkulturturizm.gov.tr

25 Haziran 2009 Perşembe

REGAİP KANDİLİ

Mübarek 3 ayların başlangıcı bugün. Hepinizin mübarek REGAİP KANDİLİNİ KUTLUYORUZ...

24 Haziran 2009 Çarşamba

GAZİANTEP YOLUNDA DEVAM - ÖĞLE YEMEĞİ










Yesemek açık hava müzesini gezdikten sonra otobüsümüze binip, Gaziantep'e doğru yol alıyoruz.
Gaziantep'e öğle saatlerinde ulaşabildik ve bu güzel şehri gezmeden öğle yemeğimizi yemek için çok güzel bir restoranta gittik. Burası eski yıllarda kervansaraymış. Günümüzde restore edilmiş ve restorant olarak işletilmekte. Çok ferah ve nezih bir yerdi. Menüyü elime aldım ne yesem diye bayağ bir düşündüm. Bilindik kebaplarda vardı ismi farklı ilk defa duyduğum yemeklerde. Bu durumda hemen garsondan yardım istedik. "Ne tavsiye edersiniz" dedik. İnsanın hepsinden yiyesi geliyordu. Sanki hiç görmemişler gibi :) Sonunda kararımızı verdik. Eşim Alinazik ben de değişik isimli bir kebap yedim ama adını unuttum :( Tabi Analı kızlı çorbasını yemeden olmaz. Çok lezeetliydi. Yemeklerin sunumu bakır tabaklarda yapıldı. Çok hoşuma gitti. Meşhur Gaziantep fıstıklı baklavasını da başka bir mekânda yedik. Harikaydı. Ama gezerken insan fazla yiyemiyor. Keşke daha çok yeseymişim...

23 Haziran 2009 Salı

2.GÜN GAZİANTEP - YESEMEK AÇIK HAVA MÜZESİ


Akşam otelimizde dinlendikten sonra saat 07:00'de kahvaltımızı yaptık ve saat 08:00'de otobüsümüze binerek yola çıktık. İnanın buraların havası bile farklı. Sabah erken saatlerde kalkıyordum ama hiç İstanbuldaki gibi 5 dk. daha uyusam demiyordum :)

GAP bölgesinde en çok merak ettiğim şehirlerimizden biridir Gaziantep. Hem tarihi yapısı hem de yemekleri bakımından :)

İlk durağımız Yesemek Açık Hava Müzesiydi. Gittiğimiz her yerde bizi güzel ve misafirperver karşıladılar. Zaten uğradığımız her yerde çevremizi küçük çocuklar sarıyordu ve hemen orayla ilgili bütün bildiklerini bize anlatıyorlardı. Nasılda güzel ezberlemişler. Sonunda da "abla bende böyle okul harçlığımı çıkartıyorum" diyorlardı. İçimiz cız ediyordu. O kadar zor şartlarda yaşıyorlarki. Bazısının üzerlerinde hava şartlarına uygun giyinmeye kıyafetleri bile yoktu. Rehberimiz ve müzenin sorumlusu bize "çocuklar para ister, kesinlikle vermeyin, alışmasınlar böyle şeylere. Eğer bişey vermek isterseniz çikolata ya da kurşun kalem verin diyorlardı."

Yesemek diğer yerlerde olduğu gibi çok etkileyiciydi. Zamanında nasıl bu taşları oymuşlar anlamak mümkün değil. Taş deyip geçmeyin hepsinin bir anlamı olmuş onlar için...

Açık hava müzesini gezdikten sonra bol bol fotoğraf çekindik ve girişteki çay bahçesinde çayımızı da içtikten sonra yola koyulduk.




Yesemek Açık Hava Müzesi İslahiye ilçesine 23 km. uzaklıktaki yamaç üzerinde bulunmaktadır. Karatepe Sırtı ismi ile anılan bu yamaç aynı zamanda Kurt Dağı’nın güney uzantısını oluşturmaktadır.

Yesemek Heykel yapım Atölyesi ilk kez Hitit döneminde I.Şuppilluma zamanında (MÖ1375-1335) işletmeye açılmış ve yöredeki yerli halk Huriler burada çalıştırılmıştır.Hitilerden sonraki dönemlere ait ele geçen heykellerde Asur ve Suriye etkileri de görülmektedir. Sonraki dönemlerde bu bölgeye gelen Aramiler heykellere kendi kültürlerini yansıtmışlardır. Bu nedenle de Yesemek Heykel Atölyesi çeşitli devletlerin, çeşitli kültürlerini yansıtan önemli bir merkezdir. Ancak buradaki Şam’al Krallığı MÖ.VIII.yüzyılın sonlarında Asurlular tarafından yıkıldıktan sonra heykel atölyesi önemini kaybetmiş, burada çalışanlar Yesemek’i terk etmişlerdir.

Kültür ve Turizm Bakanlığı yönetimindeki açık hava müzesinin bulunduğu yerdeki Yesemek ilk defa 1890 yılında Zincirli'de (Sam'al) kazı yapan Felix Von Lusvhan tarafından bulunmuştur. Yesemek’teki kazı çalışmaları 1958 – 1961 yılları arasında Prof. Dr. Bahadır Alkım başkanlığındaki bir ekip tarafından yürütülmüş ve 200'e yakın heykel ortaya çıkarılmıştır. Daha sonra İlhan Temizsoy tarafından yapılan arkeolojik kazılarda 300’e yakın heykel ve heykel taslağı ortaya çıkarılmıştır. Bunun üzerine Gaziantep Müzesi Müdürlüğü çevre düzenlemesi yaparak burasını Açık Hava Müzesi haline getirmiştir.

Yesemek 100 dönümlük bir alan üzerinde kurulmuş bir heykel yapım atölyesidir. Burada yapılacak heykeller önce bazalt bloklardan parçalar halinde ayrılmaktadır. Bunun için de bazalt blokları içerisinde oyuklar açılmakta, içlerine kuru ağaçlar yerleştirildikten sonra üzerlerine su dökülmektedir. Böylece şişen ağaçlar bazalt blok taşların birbirinden ayrılmasını sağlamaktadır. Bundan sonra taşların yüzeyleri düzeltilmekte ve Yesemek atölyesinde istenilen şekillere getirilmektedir. Bunun için de yapılacak şeklin konturları, detayları çekiç ve kalemle çizilmekte ve özenle işlenmektedir. Günümüzde Yesemek Açık Hava Müzesinde 300’ün üzerinde yontu taslağı sergilenmektedir. Ayrıca burada sfenksler, aslanlar, çeşitli tanrılar, hayvanlar ve mimari parçalar da bulunmaktadır. kaynak:http://www.gaziantep.com

19 Haziran 2009 Cuma

1.GÜN ANTAKYA (HATAY)








































Cuma akşamı İstanbul'dan hareket ettik. İznik, Bursa, Ankara ve Adana'dan da diğer yolcuları aldıktan sonra ilk olarak Hatay (Antakya) şehrine ulaştık. Hava sıcak ama nem olmadığı için bulantıcı değildi. Antakya daracık sokaklarıyla ve evleriyle eski dokusunu halen muhafaza ediyor. Büyük şehirler gibi fazla değişime uğramamış şehirlerimizden. Gece yolculuğundan dolayı yorgunluk vardı ama gezdikçe o yorgunluktan eser kalmadı. Taaaaki otele gidene kadar :)

İlk durağımız dünyanın ilk mağara kilisesi St. Pierre Kilisesi.
Saint Pierre Kilisesi Stauris dağının (Haç dağı) batısında kayalara oyulmuş 13m derinliğinde, 9,5m genişliğinde, ve 7m yüksekliğinde bir mağaradan oluşmaktadır. Antakya'daki ilk Hıristiyanların gizli toplantıları için kullandıkları bu mağara Hıristiyanlığın en eski kiliselerinden biri olarak kabul edilir.




















İncil'in 'Resullerin İşleri' (11:25-27) bölümünde Barnabas'ın Tarsus'a giderek Pavlos'u Antakya'ya getirdiği, Antakya'da bir yıl birlikte çalışarak Hıristiyanlığı yaydıkları ve bu dine inananlara 'Hıristiyan' adının verilmesinin Antakya'da gerçekleştiği bilinmektedir. Bu bilgilere ek olarak Pavlos'un Galatyalılara yazdığı mektupta (Galatyalılara 3:11-21) Antakya'ya gelen Petrus ile Hıristiyanlığın o günkü durumunu tartıştığını belirtmektedir. Hıristiyan geleneği Petrus'u Antakya Kilisesi'nin kurucusu ve burada oluşan Hıristiyan topluluğun ilk başpapazı olarak kabul etmiştir.

Kilisenin erken döneminden günümüze sadece taban mozağinin parçaları ve sunağın sağında, duvar boyamalarının izleri kalmıştır. Dağa açılan tüneli bir zamanlar burada toplanan Hıristiyanların baskınlar sırasında kaçmak için kullandıkları sanılmaktadır. Kayalardan sızarak yalakta toplanan su vaftiz için kullanılmıştır. Son yıllara kadar ziyaretçilerin şifalı kabul ederek içtikleri, hastalara götürdükleri bu su sızıntısı depremler nedeniyle azalmıştır.

Kilisenin ortasındaki taş sunağın üstünde eskiden 21 Şubat tarihinde Antakya'da kutlanan Saint Pierre Kürsüsü Bayramı için yerleştirilen taştan bir kürsü vardır. Sunağın üzerindeki mermer Saint Pierre heykeli 1932 yılında yerleştirilmiştir. 1098 yılında Antakya'yı ele geçiren haçlılar kiliseyi birkaç metre daha uzatıp iki kemerle ön cepheye bağlamışlardır. Bu cephe 1863 yılında, Papa IX. Pius'un isteğiyle restore işlerine girişen Kapuçin rahipleri tarafından yeniden yapılmıştır. Restorasyona III. Napolyon da katkıda bulunmuştur. Kilise girişinin solunda duran kalıntılar bir zamanlar ön cephenin önünde bulunan revaktan geriye kalmıştır.

Bahçenin birkaç yüzyıl mezarlık olarak kullanıldığı bilinmektedir. Kilisenin iç kısmında da özellikle sunağın çevresinde de mezarlar bulunmuştur. Günümüzde bir müze olan kilisede Valiliğin izniyle Müze Müdürlüğü denetiminde ayin yapılabilmektedir.kaynak: http://tr.wikipedia.org/wiki















Kiliseyi gezdikten sonra öğlen yemeğimizi yemek için güzel manzarası olan Defne’ye (Harbiye) gittik. Antakya’nın Künefesi meşhurmuş. Yemekten sonra künefemizi de yedikten sonra şelalelerin olduğu yerde çayımızı içtik ve tekrar yola koyulduk. (Künefe harikaydı arkadaşlar)















İkinci durağımız Dünyanın ikinci büyük Mozaik Müzesi oluyor. O kadar güzel mozaikler vardı ki. Anlatılmaz görülmesi lazım. İşte resimleri… Hepsi el yapımı daha önceden çizilip ona göre yapılmamış. Renkli taşlar kullanılarak yapılmış. Tek kelimeyle muhteşemdi.














Antakya Mozaik Müzesi, sergilenen mozaiklerin büyüklüğü, sayısı ve kalitesi açısından dünyanın en zengin ikinci mozaik müzesi sayılıyor. Mozaikler Greek, Roma ve Bizans dönemine ait. Samandağı, Harbiye ve Antakya’da bulunan hamam, kilise ve evlerin tabanlarını süslemiş mozaiklerin çoğunda mitolojik konular işlenmiş. Bu mozaikler paneller halinde sergileniyor.M.Ö. 4 binden itibaren zamanımıza kadar her devrim çeşitli kültür ve tarihi vesikalarını bünyesinde toplayan Hatay’da ilk kez 1932 yıllarında ilmi kazılara başlanmıştır. Çalışmaların henüz ilk dönemlerinde çok önemli tarihi eserlere rastlanılmış. Fransız idaresi döneminde bütün tarihi eserlerin Antakya’da toplanarak bir müze kurulmasına karar verilmiştir. Ogünün modern müzecilik anlayışına uygun olarak hazarlanan bir plan doğrultusunda 1934 yılında yapımına başlanmıştır. Binanın en büyük özelliği çıkan esere göre planın hazırlanmış olmasıdır. Müzenin inşaatı 1939 yılında tamamlanmıştır. Müzede bulunan eserler üç ayrı ilmi heyetin çalışmaları sonucunda oluşturulmuştur.Hatay’ın anavatana katılmasıyla müze binası tamamlanmış, elde edilen eserlerde depo edilmiş bulunuyordu. Eserlerin düzenlenmesi sonrasında 1948’de Hatay’ın kurtuluş bayramında ziyarete açılmıştır. O dönemde eserlerin çokluğu nedeniyle müzenin genişletilmesi düşünüldü.Antakya’da yaşanan zenginlik ve ihtişamın dönemini simgeleyen en güzel eserlereşi bulunmaz Antakya mozaikleridir .





























MOZAİKLERİN SIRRI
Antakya, Büyük İskender’in generallerinden Babil Satrabı Selevcos tarafından kurulmuştur. Kısa zamanda gelişen Antakya Roma’nın bir eyaleti olarak imparatorluğa katıldı. Eski adıyla Antioch kenti, M.Ö. 42’de Roma ile İskenderiye’den sonra dünyanın üçüncü büyük kenti oldu. Tamamen surlar içine alınan kent, idari bir merkezden ziyade bölgenin ilim, din ve ticari merkezi haline geldi.Ünlülerin kaldığı Dafne (Harbiye) Diana mabedi ve tabii güzelliğiyle ün yapmış, tüm güzellikleri yanında devrin en güzel mimari özelliklerini veren saray ve özel malikanelerle süslenmiştir. Dünyanın dört bir yanından gelen zengin kişiler en güzel günlerini burada geçirirlerdi. İşte bu dönemde yapılan binaların tabanlarını mozaik ile süsleme bir adet haline geldi. Böylece dünyanın en ünlü sanatkarları burada toplandı ve birbirinden güzel şaheserler verdi. O devirlerde olduğu gibi Hatay mozaikleri dünyada haklı bir üne kavuşmuştur.Bir yandan şehir birbirinden güzel sanat eserleriyle süslenirken, diğer yandan kozmopolit halk gelerek dini ayrım ve siyasi ayrımlar yüzünden çeşitli kanlı olaylara sahne oluyordu. Bunların yanında 2 büyük yangın ve altı deprem şehri sekiz defa büyük felaketlere sürükledi. Bu arada çıkan veba hastalığı halkın büyük bir kısmının ölümüne neden oldu. Bu devirde Hatay’da 750 bin kişinin yaşadığı söylenmektedir. 71 yılındaki yangında şehirdeki kütüphane, dini yapılar ve birçok ev tamamen yandı. İmparator Trajan şehri yeninden imar etti. Halen onun ismiyle anılan Harbiye Antakya arası su yolu onun zamanında yapılmıştır. kaynak: www.hasseyahatdergisi.com



















Müzeyi gezdikten sonra Antakya’da kısa bir şehir gezsisi yaptık. Uzun çarşısını gezdik. Uzun çarşı’da yiyecek, giyecek A’dan Z’ye her şey var. Şehrin ortasından Asi Nehri akıyor.
Gerçi nehir’de su çok azdı. Nedenini anlayamamıştım. Pek hoş durmuyordu. Ama rehberimiz daha sonra açıkladı. Kışım yağmurlar yağdığı zaman nehir neredeyse yola kadar taşıyormuş. Adına yaraşır bir şekil alıyormuş...

Orontes olarak da adlandırılan Asi Nehri Lübnan Bekaa Vadisi'nin doğu kısmından doğar ve Türkiye Hatay ilinden Akdeniz'e dökülür. Asi Nehri'nin toplam uzunluğu 450 km olup, nehrin büyük bölümü Suriye toprakları içinde bulunmaktadır.
Antakya ile Akdeniz'e doğal su yolu bağlanmış olan Asi Nehri'nin ortalama su debisi 30 m³/sn dir. Not!!!Asi Nehri sanıldığı gibi ters akmaz.Asi Nehri'nin aktığı yerlerin eğiminden kuzeyden güneye akmak yerine güneyden kuzeye doğru akar. kaynak: http://tr.wikipedia.org/wiki
Saat 19:00 civarında da otelimizdeydik. Akşam yemeğimizde tepsi kebabı vardı. İlk defa yedim ve çok güzeldi. Turun en güzel tarafıda yediğimiz yemeklerdi. Dün gecenin yorgunluğunu atmaya hazırdım artık. Yarın uzun bir gün olucaktı…

GÜNEYDOĞU ANADOLU VE GÜZELLİKLERİ (Başlangıç)

Yaz tatilimize başladık. Eşimle birlikte çok güzel bir 10 gün geçirdik. Benim yoğun isteklerime dayanamadı ve uzun zamandır gitmek istediğim GAP turuna 2 hafta önce JOLLY TUR ile gittik. Ben daha önce turla Çanakkale’ye ve Kapadokya’ya gitmiştim. Çok eğlenmiştim. Ancak eşim hiç turla tatile gitmediği için biraz isteksizdi. Ama çok şükür memnun kaldı ve “sırada hangi tur var” demeye başladı bile J

Nedense her sene yaz tatili deyince akla hep Ege ve Akdeniz gelir. Tamam oralarda çok güzel kesinlikle gidilmesi gereken yerler. Ama neden sadece Ege ve Akdeniz’e gidilir ki? Gerçi tercih meselesi kimi insan bütün gün kumsalda güneşlenip, denize girerek tatil yapmak ister, ben ise gittiğim yerlerin tarihi ve doğal güzelliklerini de görmek, öğrenmek isterim. Biraz yorucu olabilir ama ben gezip, yeni yerler keşfederek tatil yapmayı seviyorum…

Yanlış anlaşılmak istemem ben oralara gidilmemesi taraftarı değilim. Sadece söylemek istediğim şey TÜRKİYE her yönden çok zengin bir ülke. Her köşesi tarih kokuyor. Çok farklı medeniyetler yaşamış bu topraklarda ve onlar tarafından yapılan yapılar, kullandıkları eşyalar günümüzde halen mevcut. Daha da önemlisi bu topraklar için yüz binlerce şehit verildi. Büyük bir mücadele gösterildi. Ülkemize sahip çıkmalıyız. Peki Ülkemizi ne kadar tanıyoruz? Biliyor muyuz geçmişini? Sadece okumak yeterlimi? Bence HAYIR. Kan dökülen bu topraklarda karış karış gezmeden, havasını koklamadan, yaşamadan bilemeyiz.

Güneydoğu Anadolu Bölgesi gerçekten muhteşemdi. Eminim görmediğimiz bir çok yer var. Ama kesinlikle gidilip, görülmesi gereken bir yer. Herkese tavsiye ediyorum. Rehberimizin söylediğine göre daha önceki seneler de fazla gelişmediği tur boyunca yolda mola verecek tesis bulmak bile çok zormuş. Günümüzde gördüğümüz kadarıyla bu konuda çok iyi yatırımlar olmuş.

Biz çok eğlendik. Rehberimiz Murat bey’den, yardımcısı Ertan’dan ve kaptanlarımızdan çok memnun kaldık. Bir daha Güneydoğu Anadolu’yu görme fırsatım olsa aynı yerlere yine giderim. Hiç bıkmadan…
Bol bol resim çektim zaten. Beni tanıyanlar bilir resim çekme hastalığı vardır bende. Ne yapayım çok seviyorum. Sizlerle de paylaşacağım, resimlerle anlatacağım gittiğimiz yerleri. Eminim gördükten sonra en kısa zamanda sizde görmek isteyeceksizin…

18 Haziran 2009 Perşembe

SOBE

Sevgili Yosunbuka beni sobelemiş. Bende hemen cevaplıyorum...

1- kullandığınız kremin markası?

benim kremlere karşı sanki bir antipatim var. ya bir türlü elim varmıyor kullanmaya.
ama çeşit çeşit almayı da severim bu arada:)

2- şu an okuduğunuz kitabın adı?

şu an yeni bir kitap almadım ama en son (yakın zamanda) İclal Aydın - Evlerin ışıkları bir bir yanarken.

3- en son aldığınız 3 ürün adı nedir?

en son kıyafet almıştım. (gömlek, t-shırt, sandalet)

4- en çok sevdiğiniz 3 dizi film?

yaprak dökümü, kurtlar vadisi, (şaşırmayın) papatyam.

5- kullandığınız parfümün markası?

Çok farklı parfümler kullanırım. Ama en sevdiğim ve vazgeçemediğim. Burberry. (Klasik)

Ben de sevgili ümmühan, leydielif, müjde, melike, ipek, fatma, prima rima sobeledim...

17 Haziran 2009 Çarşamba

VİŞNELİ PASTA

Biz bu aralar tatlı krizine girdik galiba hep tatlı şeyler ekler olduk bloğa. Pastanın kremasını Nunu'dan aldım. Çokta güzel oldu. Öğlen işyerinde arkadaşlarla afiyetle yicez...




Malzemeler :

Sade hazır pandispanya
10-12 adet vişne


Kreması için:

1 bardak süt (1 parmak az)
3 yk. şeker
1 yk. (silme) mısır nişastası
1 yk. (silme) un
1 yumurta sarısı


1 su bardağı süt (1 parmak az)
1 paket kremşanti


Yapılışı :

Tencereye krema için süt, şeker, un, nişasta ve yumurta sarısı konulur, muhallebi kıvamına gelene kadar karıştırılır. Soğumaya bırakılır. Ayrı bir kapta süt ile kremşanti hazırlanır. Soğuyan kremaya eklenip, iyice karıştırılır. Pandispanyayı vişne suyu ile de ıslatabilirsiniz ben sütle ıslattım. Araya kremanın yarısını sürün, vişneleri yerleştirin. Geriye kalan kremayı da pastanın üzerine sürün. Ben süslemek için Pınar'ın hazır çikolata sosunu kullandım. Afiyet olsun...

10 Haziran 2009 Çarşamba

ÇİLEK SOSLU İRMİK TATLISI



Çoookk uzun bir aradan sonra herkese merhabalar… Ne zamandır bloğa yeni birşeyler eklemiyordum, sağolsun Arzu arkadaşımın tarifleriyle bloğu tek başına götürdü… Bende bloğum var diye geçiniyorum :)) Neyse bu kadar tembellik yeter diyerek bişeyler yapmaya karar verdim… Yaz aylarında sıkça yapılabilecek pratik bir tarif… Yeni bişey değil aslında bloğumuzda da var.. Arzu arkadaşımın da yaptığı İrmik Tatlısı ufak bir değişiklikle karşınızda…..

Malzemeler:

1 kg süt
10 yemek kaşığı irmik
11 yemek kaşığı toz şeker
1 paket vanilya
1 yemek kaşığı margarin

Sosu için:

300 gr çilek (1 ay önce yenmemiş çilekleri buzluğa atmıştım, bu kadar olduğunu tahmin ediyorum)

50 gr toz şeker (bir çay bardağı olabilir)
Yapılışı:

Margarin hariç bütün malzemeleri tencereye koyup kaynayana kadar karıştırıyoruz… Kaynamaya başlayınca margarini de ekleyip 5 dk daha karıştırıyoruz… Ocağın altını kapatıp, kalıba boşaltıyoruz (Bu arada ben de Tupperware Prenses Tacını kullandım)… Tatlımızı buzdolabına kaldırıyoruz… Bu arada çilekleri ve şekeri rondodan geçirip, sos haline getiriyoruz… Tatlımızın üzerine sosumuzdan döküp soğuk servis yapıyoruz… Herkese afiyet olsun…